Körlük (José Saramago) kitap yorumu - Ahmed Yasir Orman

Körlük (José Saramago) kitap yorumu

Kitap ismi: Körlük 

Yazar ismi: Jose Saramago
Sayfa sayısı: 340
Yayınevi: Can Yayınları
Puanım: 9/10

Spoiler olabilir

                Çocuk en arka sıraya arkadaşının yanına oturdu. Hoca geldi ve ders başladı. Tahtaya bir şey yazıyordu ama çocuk ne yazdığını göremiyordu. Arkadaşına döndü. Sen görüyor musun, diye sordu. Evet görüyorum, deyince çocuk ağlamaya başladı. Kör olmuştu. İşte o çocuk bendim.
                Şuan 7 numara gözlük takan biri olarak herhalde körlerden sonra bu kitabı anlayan en iyi kişi benimdir diye düşünüyorum. Bundan 500 yıl önce yaşasaydım hele muhtemelen körler kadar bu kitabı anlayabilecektim. Tabi anlayabildim desem de şuan ne yazacağımı hala düşünmekteyim. Nereden başlasak acaba? Kör olmak, yazarın üslubu, kaos, Arifin mençistıra attığı gol… Neyse yahu başlayalım artık.
                Kitaba ilk başladığımda vay uzun süredir böyle beni içine çeken bir kitap okumuyordum desem de araya giren 1-2 kitapla okuma süreci bir hayli uzadı. Kitabı 3 yıldır kullandığım e-kitap okuyucumdan okudum. Para verirse ismini söyleyip burada reklamını yaparım. :)
                Bu zamana kadar dünyanın sonunun gelmesiyle ilgili yapılan film, dizi, kitap olsun izlemeyi ve okumayı sevdiğim için bu kitapta hayli hoşuma gitti. Hatta bu kitapta dünyanın sonunun gelmesi öyle zombiler gibi fantastik öğelerle olmuyor. İnsanın 5 duyu organından bana göre en önemlisi olan görme yetisinin yavaş yavaş her insanda kaybolmasıyla oluyor. Zengin, fakir, güzel, çirkin kimseyi dinlemeden her insan beyaz körlüğe kavuşuyor. Yazar bu durumu kimsenin ismini vermeyerek çok iyi göstermiş. İsimler hiç önemli değil, aynı gemideyiz ve sen de bu beyaz körlükten kaçamayacaksın diyor.
                İnsan özünde kötüdür savım bu kitapta da tekrardan desteklenmiş oluyor. İlk kör olanlar hükümet tarafından apar topar bir akıl hastanesine kapatılıyor. Burada karantina altına alınan körlere su ve yiyecek yardımı yapmak dışında hiçbir şey yapılmıyor. Yaptırım ögesi yok. Gücü hangi kör alırsa o istediğini yapabilir. Tabi aralarında bir tane gözleri gören bir kadın var. Körler ülkesinde  normalde şaşılar kral olması gerekse de bu ablamız şaşı olmadığı için kral olamıyor. Bu durum biraz mantıksız. Özellikle bir grup kör erkek karantina bölgesini hakimiyet altına alıyor ve bundan sonra bu körler işin cılkını çıkarıyorlar ve içlerindeki id duygusuyla hareket etmeye başladıkları sırada kendilerine kadın istiyorlar ve diğer körler aç kalmamak uğruna mecbur kendi içlerinden gönüllü kadınları göndermek zorunda kalıyorlar ve bu kadınların içinde gözü gören kadın da var. Açıkçası gözü gören kadın, karşı tarafın elinde tabanca da olsa bu duruma el atabilir. Karşı taraf görmüyor. Çok rahatlıkla ellerindeki tabancayı alabilir ama böyle bir şey yapmayıp bu duruma boyun eğiyor. Aynı durumu ben yaşasam öleceğimi bilsem bile engel olabilirdim. Tabi böyle bir durumla karşılaşmadan burada böyle ahkam kesmek de kolay. Başa gelmeden insan anlayamıyor. Tabi ablamız da ikinci boyun eğişte artık yeter deyip elindeki makası saplıyor körlerin ağasına.
Bir isteğe uyulmadığı takdirde bir kötülük bekleniyorsa buna buyruk denir. Bu kötülüğe de yaptırım deniyor. Her bir yasa ya da kural bir buyruktur. John Austin’e göre yaptırımla desteklenmiş yasa gerçek bir yasa oluyor. Demek ki Austin’e göre bu deliler hastanesinde ufaktan ne kadar kötü de olsa  gerçek yasalar oluşmaya başlıyor ta ki kör olmayan ablamızın bu işe dur demesine kadar.
                Buradan görüyoruz ki sadece otoritenin olması da yetmiyor. Meşru bir otorite olması şart ve bu otoritenin buyrukları ve yaptırımları hakkaniyetli olsun ki insanlar düzen içinde yaşayabilsin. Tabi hiç otorite olmamasındansa en kötü otoritenin olması gerektiği tezi ne kadar tartışmaya açık olsa da hiç otoritenin olmadığı bir yerde en iyi diyebileceğimiz insan bile yaptırımın olmamasından ötürü yapmaması gereken bazı şeyleri vicdanına inandırıp yapabilir. Neyse bu konuda daha fazla yazarsam çelişkiye düşeceğimi düşündüğüm için geçiyorum.
                Kahramanlarımız körlük salgını her yere yayıldığı zamanda deliler hastanesinden çıkıyorlar ve görüyorlar ki insanlık her manada kör olmuş. Görme yetisi gitmesiyle insanlar acınacak hale gelmiş. Burada biraz mantıksız yerler buldum. Bana göre ne kadar insan yaşama içgüdüsüyle dolu olsa da kör olduktan sonra etrafından yardım almazsa ne kadar çabalasa da ölmesi gerekir. En basitinden bir marketi yağmalarken görmediği için keskin bir şey bir yerine saplanır ve kanı durdurana kadar oracıkta ölür.  Ya da etrafın aşırı pis olmasından mikrop kapar. İyi beslenememekten ötürü güçsüz düşer ölür. Valla kitapta maşallah baya insan hala yaşıyordu. Başka bir saçmalık da dünya bitmiş hala kahramanlarımız evlerini aramakla meşgul. Yahu hayat bitmiş, neyin evi. Artık hiçbir mal kimsenin değil. Bulduğun eve gir işte. Bir de bir kahramanımız gidiyor kendi evine de evinde tanımadığı kişiler ortaya çıkıyor. Bu kişiler medenice isterseniz kira verebiliriz gibi konuşuyor. Yahu git karşı dairede otur o zaman bu neyin şovu. Kör birinin yiyecek için evden çıkıp daha sonra aynı evi bulabilmesi de ayrı bir tezat gibi. Tabi bunları es geçmek gerek. Ne de olsa biz kurgudan çok bizi anlatılmak istenenlere bakmamız gerek.
                Saramago bu kitabın aklına nasıl geldiğini şu cümlelerle belirtmiş:
“Bu körlük fikrinin ortaya çıkışı çok basit aslında. Bir lokantada oturuyordum, ne yiyeceğime karar vermiştim ve bekliyordum. Bir anda kafamda bir soru oluştu: Ya hepimiz kör olsaydık, dedim. Hemen kendi kendime cevabı da buldum, zaten körüz dedim. O roman öyle doğdu. Hepimiz körmüşüz, sağduyumuz kalmamış gibi davranıyoruz.”
                Yazarın sadece virgül ve nokta kullanmasından bahsetmeme gerek yok herhalde. Herkes biliyordur bu durumu. Bu duruma nötrüm. İyi mi yapmış kötü mü yapmış net bir şey diyemiyorum.
Komplo teorisi
7 milyar insan bu dünyaya fazla başkanım, Ne yapalım, Öldürelim, Biz öldürecek kadar kötü insan mıyız bir süre görme yetilerini ellerinden alalım onlar kendileri halleder kalan sağlar da bizimdir.
Her gözlüklü insana yapılan klişeleşmiş şaka:
-Aga sen şimdi gözlüğü çıkarınca göremiyor musun? Çıkar bir.  Bu kaç? Eliyle iki yapmıştır. Bilirsin. Bu kaç? Hareket yapmıştır. Kahkaha atılır. Son
Şimdilik incelemenin sonu. Canım isterse biraz daha yazarım.
Yazarın Bilinmeyen Adanın Öyküsü isimli kitabına yazdığım incelemeyi buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.

Yorum Gönder

0 Yorumlar